31 Temmuz 2010 Cumartesi

Respiratuvar Distress Sendromu (RDS) ve Surfaktan Eksikliği

Sponsorlu Bağlantılar:

Respiratuvar Distres Sendromu (RDS) prematüre yenidoğanların en sık görülen ve en önemli hastalıklarından birisidir. Prematüre bebeklerdeki mortalite ve morbiditenin en önemli nedenini RDS ve buna bağlı olarak gelişen komplikasyonlar oluşturmaktadır. Tüm yenidoğanların %1'ini etkilemektedir.

RDS klasik olarak, bebeklerde doğumdan sonraki ilk 6 saat içinde başlayan taşipne, dispne, interkostal çekilmeler, inleme, burun kanadı solunumu, siyanoz ve oksijen ihtiyacının artmasıyla karakterize bir hastalıktır. Bu bulgulara tipik radyolojik görünüm eşlik eder.
Bebeklerin gestasyon yaşı azaldıkça RDS sıklığı da artmaktadır. 26-28 hafta gestasyon yaşında doğan bebeklerin %50'sinde, 30-31 hafta gestasyon yaşı ile doğan bebeklerin %25'inde RDS görülür.

Risk Faktörleri:
- Prematürite
- Erkek Cinsiyet
- Sezeryanla Doğum
- Perinatal Asfiksi
- Annede Diyabet

Tedavisi:
- Genel Destek Tedavisi
- Akciğerlere Yönelik Özel Tedavi
- Oksijenizasyonun artırılması
- Eksojen surfaktan tedavisi

RDS'den korumaya veya tedavi etmeye yönelik olarak sığır akciğerlerinden elde edilen eksojen surfaktan uygulanması bu bebeklerdeki ölüm oranlarını anlamlı oranda azaltmaktadır.


Tıp Sözlüğü - Z

Sponsorlu Bağlantılar:

ZAR: Anatomide makroskopik ya da mikroskopik boyutlu, az ya da çok farklılaşmış ya da karmaşık yapıda, geniş ve yassı katman biçimli oluşumların genel adıdır. 

ZATÜRRE (PNÖMONİ) : Akciğer dokusunun iltihabı. Çeşitli etkenlere bağlı olarak gelişmekle birlikte, genellikle birincil ya da ikincil mikrobik etkenlerin yol açtığı akut ya da subakut hastalık tablolarını belirten bir terimdir. 

ZAYIFLIK: Kişinin vücut ağırlığının yaşına, cinsiyetine ve boyuna göre hesaplanmış normal değerlerden daha düşük olması. 

ZEHİR: Hücrelere ve yaşayan dokulara kimyasal ya da biyokimyasal nitelikte zararlar veren her türlü madde. Zehrin en tipik özelliği bu zararlı etkisini en küçükdozlarda bile göstermesidir. 

ZEHİRLENME: Bir zehrin vücutta emilmesiyle ortaya çıkan belirtileri anlatan genel terim. Görece küçük miktarlarda kimyasal ya da biyokimyasal etki gösteren zehir, süresi ve ağırlığı değişebilen bir hastalıkhaline ya da ölüme yol açar. 

ZEKA: Yeni sorunları karşılayarak uygun çözümler bulmak amacıyla, zihnin tüm ögelerini amaca uygun kullanabilme yeteneği ya da gücü. 

ZEKA GERİLİĞİ: Zihinsel gelişmenin yavaşlığı. Doğuştan gelen ya da bebeklik çağında ortaya çıkan zihinsel yetersizliğe bağlı olarak ruhsal gelişimi duraklayan kişilerde görülür. 

ZEKA YAŞI: Psikolojide, zeka testleriyle saptanan ve takvim yaşından farklı olarak belirli bir yaş grubuna özgü becerilerle zihinsel yetkinliği ifade eden ölçü. 

ZİGOMA: Gözlerin alt ve yan kısımlarında, elmacık kemiklerine karşılık düşen yüz bölgesi. 

ZİGOT: Döllenme sırasında spermatozoitin yumurtayla birleşmesi sonucu oluşan hücre. 

ZONA: Etkeni su çiçeğine de yol açan virüs hastalığı. Herpesvirüs. 

ZOOFİLİ: Hayvanlara karşı aşırı düşkünlükle belirlenen hafif bir duygulanım bozukluğu. Genellikle aşırı duygusal, destek konusunda saplantılı ve normal yoldan bu desteği sağlayamamış kişilerde (bekarlar, çocuksuz çiftler vb.) görülür.

Tıp Sözlüğü - Y

Sponsorlu Bağlantılar:

YABANCI CİSİMLER: Vücudun belirli bir yerinde, normalde bulunmayan her hangi bir madde yabancı cisimdir. Bunlara özellikle çocuklarda, barsaklar, kulak ve burunda rastlanır. Yutulan yabancı cisimler, yemek borusunda takılabilir, ya da tehlikeli olabilir.Bu nedenle bazen ameliyatla çıkartılmaları gerekebilir.
YAĞ EMBOLİSİ: Büyük kemik kırıklarında görülebilen bir komplikasyondur. Kemik iliğindeki yağın bir kısmı açığa çıkar ve yağ damlaları kan dolaşımına karışıp damar tıkanmasına neden olur.
YAĞLI DEJENERASYON: En çok kalp, karaciğer ve böbreklerde görülür. Bu organlarda, hücreler normal çalışma yeteneklerini kaybederler ve içlerinde yağ tanecikleri birikir.
YALANCI GEBELİK: Tüm gebelik belirtilerinin olmasına rağmen, uterus boştur. Bu duruma yalancı gebelik denir. Daha çok psikolojik menşelidir.
YDS (YENİDOĞAN SARILIĞI): Hayatın ilk bir ayında en sık karşılaşılan sorunlardan birisi yenidoğan sarılığıdır. Sağlıklı, zamanında doğmuş bebeklerin % 60’ında, erken doğan bebeklerin % 80’inde sarılık görülür.
Anne karnındaki bebeğin alyuvarları farklıdır.Bu alyuvarların içerdikleri hemoglobin çeşidi, fetal hemoglobindir(HbF). Yenidoğan bebeğin, anne kanındaki alyuvarlardan farklı alyuvarlara ihtiyacı vardır. Onun için doğar doğmaz bebeğin kanındaki alyuvarlar hızla yıkılmaya başlar ve yerine yeni hemoglobin (HbA) içeren alyuvarlar yapılır. Ancak, yıkılan alyuvarlardan bol miktarda sarılık maddesi(biluribin) üretilir. Normalde biluribin karaciğerde işlenerek vücuttan atılacak hale getirilir. Ancak fazla üretilen biluribin bebeğin karaciğer kapasitesini aşar,  bebeğin kanında ve dokularında birikmeye başlar. Sarı renkte pigmentlere sahip olan bilirubin, bebeğin cildini, dokularını sarı renge boyar ve yenidoğan sarılığına yol açar.
YDT: Yumuşak Doku Travması


Tıp Sözlüğü - V

Sponsorlu Bağlantılar:

VAGOTOMİ: Vagus sinirinin etkisini ortadan kaldırmak amacıyla dallarından birisinin kesilmesidir.
VAGUS: Nervus Vagus onuncu kafa siniridir, kafatasından çıktıktan sonra mide , barsak sisteminin bir kısmına, kalp ve akcigerlere dallar verir.Bu sistemlerin fonksiyonlarında önemli rol oynayan bir sinirdir.
VAJEN: Kadın cinsel organı.
VAJİNİT: Vajina iltihabı.
VAKSIN: Aşı
VARİS: Kirli kan taşıyan damarların, fonksiyonel bozuklukları sonucu ya da kan akımının önündeki bir engel nedeniyle genişliyerek kıvrımlı bir hal almasıdır.Yüzeyel olduğu gibi derin venlerde de varis gelişebilir.
VARİKOSEL: Erkeklerde spermatik kordon venlerinin genişlemesi sonucu torbalar içersinde varis oluşumu.
VASKÜLİT: Damar iltihabı.
VAZODİLATASYON: Damar genişlemesi.
VAZODİLATATÖR: Damar genişletici etkiye sahip ilaç, madde.
VAZOKONSTRÜKSİYON: Damarları büzülmesi, kasılması.
VAZOKONSTRÜKTÖR: Damarları büzen etkiye sahip ilaç, madde.
VAZOSPAZM: Damar kasılması, büzülmesi.
VEJETERYAN: Bitkisel gıdalarla beslenen, etyemez.
VEN: Kirli kanı kalbe taşıyan damarlar.
VERTEBRA: Omur.
VERTİGO: Genel anlamda baş dönmesi, hareket duygusu demektir. Ancak tansiyon düşmesi ile ilgili baş dönmeleri bu kapsamda değildir. Vertigodan kastedilen labirentit, iç kulak iltihabı, Meniere hastalığı gibi durumlarda olan baş dönmesi hissi Vertigo diye adlandırılır.
VİTİLİGO: Bir cilt hastalığı olup, vücudun çeşitli bölgelerinde, yer yer renk (pigment) kaybı ile karakterize, normal bölgelerden keskin sınırlarla ayrılan beyaz lekeler.


Tıp Sözlüğü - Ü

Sponsorlu Bağlantılar:

ÜLSER: Geniş anlamıyla deri ya da mukoza altı dokuları meydanda bırakan kronik yaralardır.
ÜLSERATİF KOLİT: Kalın barsakla rektumun, kronik iltihabı ve ülserasyonudur.
ÜREMİ: Kandaki üre oranının normalin üzerinde olması halidir.
ÜRETER: Böbreklerle idrar torbasını birleştiren, idrarın torbaya ulaşımını sağlayan tüptür.Her iki tarafta birbirinden bağlantısız olarak bulunur.
ÜRETRA: İdrarın dışarıya atılmasını sağlayan ve ıdrar torbasından sonraki idrar yoluna verilen isim.
ÜRETRİT: Üretranın iltihabıdır.
ÜROLOJİ: Kadın ve erkeklerdeki idrar yolları ve üreme sistemleri ile ilgili hastalıkları inceleyen bilim dalıdır.Bevliye.
ÜRTİKER: Hassasiyet sonucu ortaya çıkan deri döküntüleri ve kaşıntı ile belirgin bir durumdur.
ÜRİN: İdrar.
ÜROGENİTAL: Genital ve idrar yolları sistemi ile ilgili.
ÜROGRAFİ: Damardan kontrast madde verilerek böbrekler,idrar torbası ve idrar yollarının belirli zaman aralıkları ile filmlerinin çekilmesidir.Üriner sistem hakkında teşhis amaçlı yapılan işlemdir.
ÜSYE: Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu

Tıp Sözlüğü - U

Sponsorlu Bağlantılar:

ULCUS: Bkz.ülser
ULNA: Önkolun iki kemiğinden içte (serçe parmağı tarafında)bulunanıdır.
ULTRASOUND: İnsan kulağının duyamıyacağı kadar yüksek frekanslı ses dalgaları.Ultra-ses.
ULTRASONOGRAFİ: Ultra-ses kullanılarak elde edilen görüntüler.Bir çok hastalığın ön teşhisinde kullanılan, ancak daha çok karın organları gibi ses dalgalarının kolayca geçebileceği konumdaki organların tetkikinde etkili bir inceleme yöntemidir.Şua söz konusu değildir.
ULTRAVİOLE: Dalga boyu 2000-4000 arası olan mor ötesi ışınlar.
UTERUS: Rahim, döl yatağı.
UTERUS BİCORNİS: Uterusun iki boynuzlu olması anlamında bir terimdir.Uterusun üst kısmının çökük olması nedeniyle her iki uç kısımlarının beligin hal alması sonucu ortaya çıkan görünümdür.
UVULA: Küçük dil.

Tıp Sözlüğü - T

Sponsorlu Bağlantılar:

TABES DORSALİS: Sfilizin ilerlemiş döneminde sinir sistemi tutulumuna bağlı olarak dengesizlik, yürüme güçlüğü görme bozuklukları ile seyreden tabloya verilen isimdir.
TALAMUS: Orta beyindeki bir cekirdek grubuna verilen addır.
TALASEMİ: Kalıtsal bir kan hastalığıdır.akdeniz kıyılarında yaşayanlarda daha sık görülür.
TAKİPNE: Çok hızlı solunum.
TARTAR: Diş taşı.
TELENJEKTAZİ: Deride veya mukozalarda kırmızı lekeler şeklinde görülen kılcal, arteriol ve venüllerin genişlemesinden oluşan lezyonlar.
TELEKARDİOFON: Kalp seslerini hastadan uzakta dinleten alet.
TELEPATİ: Beş duyu işe karışmaksızın düşüncelerin, bu duyuların üstünde bir yolla aktarılması.
TEMPORAL BÖLGE: Şakak bölgesi.
TENDİNİT: Tendon iltihabı.
TENDON: Kasların kemiklere yapışmasını sağlayan yapılar.
TENESMUS: Rektum veya mesanenin iltihaplı durumlarında görülen, ağrılı işeme veya defekasyon duygusu.
TENYA: Barsak paraziti, şerit, yassı solucan.
TESTOSTERON: Erkek seks hormonuna verilen addır.
TREMOR: İrade dışı titremelere verilen addır. Örneğin, Hipertiroidi (Tiroid bezinin fazla çalışması) adı verilen rahatsızlıkta ellerde görülen ince amplitüdlü titremelere tremor adı verildiği gibi, Parkinson da görülen kaba ve büyük amplitüdlü titremelere de tremor denir.
TRİKÜSPİT KAPAK: Sağ atrium ile sağ ventrikül arasındaki sistem, triküspit kapak sistemidir. Kanın sağ atriumdan, sağ ventriküle geçmesini sağlayan delik " sağ ostium atrioventrikülare " yaklaşık 3 parmak sığabilecek kadar genişlikte olup burada sağ atrioventriküler kapak bulunur. Kapak 3 parçadan yapılmıştır ve her bir parça üçgen şeklindedir. Bu nedenle kapağa triküspit kapak adı verilmiştir.
TROMBOZ: Kan damarlarının pıhtı veya ateron (kolesterol) plakları oluşarak tıkanmasıdır.


Tıp Sözlüğü - S

Sponsorlu Bağlantılar:

SAFRA: Karaciger tarafından salgılanan, yeşilimsi kahverengi bir sıvıdır.Safra, kısmen yağ sindirimine yarayan bir salgı, kısmende eskimiş alyuvarların tahrip olmaları sonucu oluşmuş bir atılma ürünüdür.
SAFRA KESESİ: Karaciğerden salgılanan safranın toplandığı, karacigerin alt kısmında bulunan torba şeklinde bir organ-dır.Kesenin görevi, safrayı depolayıp, yoğunlaştırmak, ve gerekli aralıklarla oniki parmak barsağına safra salgılamaktır.
SAK: Kese, torba.
SAKKÜLER: Keseye benzer, torba gibi.
SAKRUM: Kuyruk sokumu.
SAKRALİZASYON: Beşinci bel omuru ile kuyruk sokumu kemiğinin birleşik olmasına verilen isim.Yapısal bir farklılıktır.
SAKROİLİAK EKLEM: Sakrumla kalça kemiğinin, sağda ve solda yapmış olduğu eklem.
SADİZM: Başkalarına acı vermekten cinsel haz duyma.
SADİST: Başkasına işkence etmekten zevk alan kişi.
SAGİTTAL: Vücudu sol, sağ şeklinde ortadan ayıran düzlem.
SAKRO-İLİAK EKLEM: Kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin yapmış olduğu eklem ( Sağ ve solda olmak üzere her iki tarafta da vardır. )
SAKRUM: Kuyruk sokumu kemiği.
SALİSİLİK ASİT: Ateş düşürücü etkisi olan ve aspirin yapımında kullanılan bir madde.
SALMONELLA: Bir bakteri türü.
SALPİNKS: Tuba uterina, rahimle yumurtalıklar arasındaki geçişi sağlayan, sağlı sollu iki tarafta bulunan tüpler.Tüplerin tıkalı olması kısırlığa neden olur.
SALPENJİT: Tuba uterinaların iltihabı.
SEDASYON: Hastanın sakinleştirilmesi.
SGA (Small gestational age): Bebeğin gebelik haftasına göre olması gereken ağırlığından daha az olma durumudur.
SİMPLEKS: Tek maddeden oluşmuş, basit, sade.
SİNÜZİT: Sinüs adı verilen yüzdeki kemik boşlukların iç yüzünü kaplayan mukoza iltihabına ve boşlukta cerahat toplanmasına sinüzit adı verilir.
SİRENGOMYELİ : Spinal kordun ( omurilik ) kistik kavitasyonu. Doğumsal anomaliler, tümör veya travma menşeli olabilir. Basit şekli, Hidromiyeli olarak da isimlendirilir; santral spinal kanalın genişlemesidir. Nonkominikan Sirengomyeli; de ise kist omurilik dokusundan çıkar ve santral kanalla birleşmez.
SİROZ: Bir organda sertleşme ve nedbeleşme ile karakterize fibröz doku oluşumuna verilen isimdir. Ancak bu terim hemen her zaman karaciğerin görevini yapamamasıyla ilgili, kronik karaciğer iltihabı için kullanılır.
SİTOLOJİ: Hücre bilimi.
SKOLYOZ (SKOLİOSİS): Omurganın sağ veya sola doğru eğrilikleri ile karakterize şekil bozukluğu.
SPİNAL STENOZ ( Dar kanal ): Spinal kanal ön-arka uzunluğunun, normal ölçünün altına inecek şekilde dar olması. BT incelemeleri için ( lomber bölgede ) 11.5 mm. nin altında olması dar kanal olarak değerlendirilir.
SPONDİLOZİS: Omurların ( vertebra ), spesifik olmayan degeneratif süreci; omurlarda yaşın ilerlemesiyle veya travmalar sonucu kemik yapıda dikensi çıkıntılar eklem aralıklarında daralmalar gibi değişimlerin oluşması. Halk arasında kireçlenme olarak da adlandırılmaktadır.
SPONDİLOLİSTEZİS: Bir omurun ( Korpus vertebra ) diğerinin üstünde öne doğru kayması. Genellikle S1 ( 1. sakral vertebra ) üstünde L5 ( lomber 5. vertebra ), daha seyrek olarak da L5 üstünde L4.
STERNUM: İman kemiği.
SUBKARİNAL: Karinanın altında. (Karina: Trakea'nın ikiye ayrıldığı yere verilen isim)
SUBPLEVRAL: Akciğer zarının altında.
SÜT BEZESİ: Meme dokusu içerisindeki süt üreten bezler.

Tıp Sözlüğü - R

Sponsorlu Bağlantılar:

RABİES: Kuduz.
RADİUS: Ön kolun dış tarafında (baş parmak tarafında) bulunan kemiktir.
RADİKAL: Sebebe yönelik, köklü.
RADİKÜL: İnce dal, küçük kök.
RADİKÜLİT: Omurilikten çıkan sinirlerin (spinal sinir) kök iltihabıdır.
RADİKÜLOPATİ: Spinal sinir köklerini tutan herhangi bir hastalık.
RADYOAKTİF: Radyasyon yayan özelliğe sahip.
RADYODERMATİT: Işına maruz kalmış ciltte meydana gelen dermatit.
RADYOLOJİ: Genel anlamda X ışınları, ses dalgaları veya diger yöntemleri kullanarak teşhis hizmetleri veren tıp dalıdır.
RADYOTERAPİ: Işınlama kullanılarak yapılan tedavi yöntemi.
RAHİM: Uterus, döl yatağı.
RAŞİTİZM: D vitamini eksikliğinin neden olduğu, çocuklarda görülen bir hastalıktır.Kemik teşekkülünün tam olmaması nedeniyle tedavisi geciktirilmiş, ihmal edilmiş vakalarda uzun kemiklerde deformiteler teşekkül eder.
RDS ( Respiratory distress syndrome - Respiratuar Distres Sendrom): Prematüre yenidoğanlarda akciğer gelişmemesi veya akciğerdeki yetersiz sürfaktan nedeniyle gelişen solunum yetmezliği.
REFRAKSİYON: Kırılma.
REFRAKTOMETRE: Görme bozuklukluklarını ölçen cihaz.
REJENERASYON: Harap olmuş bir dokunun kendini yenilemesi, tamiri.
REJİONAL: Bir bölgeye ait.
REGRESYON: Bir hastalık belirtisinin gerilemesi, şiddetinin azalması.
REGURJİTASYON: Yenilen yiyecek ve içeceklerin, kusma olmaksızın ağıza geri gelmesi.
REHABİLİTASYON: Fiziki hareket kusurlarını düzeltme, yeniden kazandırma.
RELAKSİN: Gebelik esnasında meydana gelen ve doğum işlevinde gevşetici rol oynayan hormon.
REMİSYON: Hastalık belirtilerinin sönmesi.
RENAL: Böbrekle ilgili.
RENAL ARTER: Böbrek arteri.
REPRODUKTİF : Çoğalabilen.
RESPİRASYON: Solunum, nefes almak.
RESPİRATUVAR SİSTEM: Solunum sistemi.
RESÜSİTASYON: Resusitasyon (resuscitation), solunumu veya kan dolaşımı durmuş bir kişiye dışarıdan yapılan destekleyici müdahalelerdir. Hayati önemi vardır. Bu müdahalelerin herhangi bir ilaç veya cihaz kullanılmadan yapılan kısmına "temel yaşam desteği" denir.
RETANSİYON: Birikme, toplanıp kalma. ( Örn. İdrar retansiyonu;idrar tutulması, idrar yapamama.)
RETİKÜLER: Ağ gibi, ağ biçiminde.
RETİNA: Gözün en iç tabakası, ağ tabaka.
RETİNİT: Retina iltihabı.
RETROBULBER: Göz küresinin arka kısmı.
RETROBULBER NÖRİT: Görme sinirinin, gözün arka kısmındaki bölümünün ani görme kaybı ile karekterize iltihabi durumu.
RETROGRESSİV: Gerileyen.
RETROPERİTONEAL: Periton zarının arkasında.
RETROVERSİ: Bir organın normal konumda değil arkaya doğru eğik durumda olması.
REVASKÜLARİZASYON: Yeniden damarlanma.
REYNAUD: Sebebi bilinmeyen, daha çok orta yaşlı kadınlarda rastlanan bir rahatsızlık olup, özellikle soğuğa maruz kalınca parmaklarda morarma ve hissizleşme ile karakterize bir damar rahatsızlığıdır.
REZEKSİYON: Bir organ veya vücut kısmının bir bölümünün veya tamamının çıkartılması.
REZİDÜ: Artık, bakiye.
REZİDÜEL: Kalan, artan. ( Örn. Rezidüel İdrar; İdrar yapıldıktan sonra çıkartılamıyarak geride kalan idrar.)
REZİSTAN: Mukavim, dirençli.
REZİSTANS: Direnç, mukavemet.
REZORBSİYON: Emilme.

Tıp Sözlüğü - P

Sponsorlu Bağlantılar:

PAKİMENENJİT: Beynin en dış zarının (dura mater) iltihabıdır.
PANDEMİ: Salgın bir hastalığın kıta düzeyinde çok geniş bir alana yayılmasına verilen isimdir.
PALİLALİ: Psikolojik bir bozukluk olup, aynı cümle veya kelimenin bir çok defa tekrarlanmasıdır.
PALYATİF: Hafifletici.
PALPASYON: Elle dokunularak yapılan muayene.
PALPİTASYON: Kalp çarpıntısı.
PALSY: Felç, inme.
PAN: Bütün.
PANARİS: Tırnak yatağı iltihabı, dolama.
PANARTERİT: Bütün arterleri kapsayan iltihabi durum.
PANKARDİT: Kalbin bütün zarlarının iltihabı.
PANKREAS: Karın boşluğunun üst tarafında ve bel omurlarının ön kısmında yerleşik bir organdır.Salgılarıyla sindirm fonksiyonuna yardımcı olur ve kan şekerini düzenler.
PANKREATİT: Pankreas iltihabıdır.
PANOFTALMİ: Gözün bütün tabakalarının iltihabı.
PANSİNÜZİT: Bütün yüz sinüslerinin iltihabı.
PAPİLLOM: Meme başı gibi çıkıntılar yapan iyi huylu tümörler.
PAPİLLOKARSİNOM: Kötü huylu papillom.
PAPAVERİN: Opiumdan elde edilen, düz kasların spazmını çözücüetkiye sahip bir alkaloid.
PAPİLLİT: Görme sinirinin retinaya girdiği yerin(optik papilla)ödemli iltihabı.
PAPÜL: Ciltteki, sınırları belirgin, kabarık, 1 cm'den küçük çaplı lezyonlardır. 
PARA: Yanında, yan. Örn. (Para-aortik aortun yanında)
PARAKARDİAK: Kalbin yanında, kalbe komşu.
PARALİTİK: Felç olan, felçli kişi.
PARALİZİ: Felç.
PARAMEDİAN: Orta hattın yanında, orta hatta yakın.
PARAMEDİKAL: Bir dereceye kadar tıpla ilgili, hekimliği kısmen ilgilendiren.
PARANAZAL: Burun boşluğunun yanında, buruna komşu.
PARANKİM: Bir organ yada bezin görev gören dokusudur. Örneğin, karaciğer parankimi denildiği zaman, karaciğerin bütünü anlaşılır.
PARAOZEFAGEAL: Özefagusun ( yemek borusu ) yanında yer alan.
PARAPLEJİ: Belden aşağı her, iki bacağın tutmaması, felç hali.
PARAPAREZİ: Belden aşağı her iki bacağın kısmi felci, örn. hareket olup, yardımsız yürüyecek kadar güç olmaması.
PARATİROİD: Tiroid bezi arkasında bulunan dört adet küçük beze verilen isim.
PARATİROİDEKTOMİ: Paratiroidlerin ameliyatla çıkartılması.
PARATRAKEAL: Nefes borusunun yanında yer alan.
PARAVERTEBRAL: Omurganın ( Vertebral Kolon ) yanında yer alan.
PARAZİTEMİ: Kanda parazit bulunması.
PARAZİT: Asalak.
PARASENTEZ: İçinde su veya cerahat toplanmış bir vücut boşluğundaki sıvıyı çıkarmak için yapılan delme ameliyatı.
PARENKİM: Organın kendine özel doku yapısı.
PARENTERAL: İlaç veya serumların ağız yolu ile değil damar yolu, adele içi gibi yollarla verilmesi.
PARESTEZİ: Uyuşma, karıncalanma veya yanma hissi gibi duyusal bozukluklar.
PARİETAL KEMİK: Kafatasının her iki yan tarafındaki kemiklere verilen isim.
PAROKSİSMAL: Ani ve geçici krizler halinde gelen.
PARSİYEL: Bütününü kapsamayan, tam olmayan, kısmi.
PARTİKÜL: Parçacık, zerre.
PARTUS: Doğum.
PAROTİS BEZİ: Kulak altı tükrük bezi.
PAROTİTİS: Kabakulak.
PATELLA: Diz kapağı kemiği.
PATOJEN: Hastalık yapan madde veya mikroorganizmalar.
PATOGENEZ: Hastalığın esas ve gelişimi.
PATOGNOMONİK: Bir hastalık için çok özel belirti, bu varsa mutlaka o hastalık akla gelmelidir gibi.
PATOLOJİK: Normal olmayan, hastalıklı.
PATOLOG: Hastalık nedeni ile dokularda meydana gelen değişimleri inceleyen bilimle uğraşan kişi.
PEDİATRİ: Çocuk hastalıkları ile uğraşan tıp dalı.
PEDİATRİST: Çocuk hastalıkları uzmanı.
PELVİS: Leğen kemiği.
PENİS: Erkek cinsel organı.
PERİTON: Karın içi organları çepeçevre saran, karın boşluğunun iç yüzünü örten zardır.
PERİTONİT: Peritonun iltihabıdır.
PERORAL: Ağız yolu ile.
PETEŞİ: Ciltte nokta biçiminde kanamalar. (Damar dışına kan çıkması)
PHENOTYPE: Kişinin kalıtsal yapısının dışa akseden görünümü, aynı tür fertlerini belirleyen, gözle görülebilen özelliklerin tümü.
PITRIASIS: Daha çok gövdede ve uzuvların gövdeye yakın yerlerinde yerleşen, bazan kepeklenme gösteren bir cilt hastalığıdır. Çeşitli türleri vardır, bunlardan PITRIASIS VERSICOLOR'da deniz mevsimlerinde hasta olan bölge güneş ışını almadığı için daha belirgin hale gelir.
PLAK: Plak, dermatologlar için açık bir anlamı olan ancak başkaları tarafından genellikle anlaşılmayan bir terimdir. Yüksekliğine oranla kapladığı alan geniştir ve keskin bir kenarı vardır. Plaklar en sık sedef hastalığında (psöriasis) görülür. 
PLEVRA: Akciğerleri ve göğüs kafesinin iç yüzünü örten zar.
PLEVRAL: Plevraya ait.
PLÖREZİ: Plevra iltihabı. Akciğerin üzerini örten plevra ile göğüs duvarını örten iki plevra yaprağı arasında sıvı birikmesi.
PLÖRİT: Plevranın, sıvı birikmeksizin kuru iltihabı.
POLİKİSTİK: Bazı organlarda çok sayıda içi sıvı ile dolu oluşumlara verilen addır. Polikistik böbrek, polikistik meme gibi.
POLİP: Organların ve vücut boşluklarının iç yüzünü kapsayan mukoza adı verilen tabakadan menşeini almış, saplı iyi huylu küçük ur.
POSTERİOR LONGİTİDUNAL LİGAMENT: Omurgaların, omurilik kanalına bakan yüzünü saran bağ dokusuna verilen ad. Bu bağ dokusunun omurgaların ön yüzünde olanına da anterior longitidunal ligament adı verilir.
POSTERO-LATERAL: Arka - yan.
PROBE KÜRETAJ: Probe Küretaj minik küretlerle ,tahlil amacı ile rahim içi dokusundan numune alma işlemidir.
PROSTAT: Erkeklerde mesanenin altında ve idar yolunun başlangıcında bulunan genital sisteme ait bir bez.
PROSTATİT: Prostat iltihabı.
PSORIASIS: Halk arasında sedef hastalığı olarak bilinir. Sık rastlanan, özellikle diz ve dirseklerde ve vücudun diğer bölgelerinde rastlanan simetrik, kırmızı, kabuklanma ve pullanma gösteren bir cilt hastalığıdır. Sebebi bilinmemektedir. 
PULMONER: Akciğer veya akciğerlerle ilgili.
PULMONER ARTER: Akciğerin büyük besleyici arteri.
PÜSTÜL: Ciltte, içerisinde cerahat bulunan kabarık lezyonlardır.

Tıp Sözlüğü - Ö

Sponsorlu Bağlantılar:

ÖDEM: Vücutta anormal miktarda su toplanmasıdır.Kalp, damar ve böbrek hastalıklarının bir belirtisi olabildiği gibi bazı allerjik durumlarda ve beyin travmalarında ciddi sonuçlar doğurabilir.
ÖDİPUS KOMPLEKSİ: Bkz. ODİPUS KOMPLEKSİ.
ÖSTAKİ BORUSU: Orta kulakla nazofarenksi birleştiren, atmosfer basıncı ile orta kulak içi basıncı dengeliyen yola verilen isimdir.
ÖSTROJEN: Yumurtalıklardan salgılanan ve insanlarda sekonder cinsel karakterlerin gelişmesini sağlıyan hormondur.
ÖTENAZİ: Kısaca ölüm hakkı da denilebilir.Tedavisi mümkün olmayan kronik hastalıklarda, hayattan umudunu kesmiş hastanın ağrısız bir metotla ölümüne izin verilmesidir.Yasal değildir.
ÖZOFAGUS: Yemek borusuna verilen isimdir, yutak ile mideyi birleştirir.

Tıp Sözlüğü - O

Sponsorlu Bağlantılar:

OBDUKSİYON: Otopsi.
OBEZ: Şişman.
OBEZİTE: Şişmanlık.
OBJE: Görülebilen veya dokunulanilen herhangi bir şey.
OBJEKTİF: Duyulup, görülebilen, idrak edilebilen.
OBLİTERASYON: Vücuttaki boşlukların tıkanması.
OBSERVASYON: Müşahade.
OBSESYON: Daimi endişe,fikri sabit, nöroz.
OBSTRÜKSİYON: Tıkanma, engel.
OBSTETRİ: Doğum bilgisi.
ODİOGRAM: Kulağın işitme gücünün kaydıdır, odiometri cihazı ile ölçülür.
OEDİPUS KOMPLEKSİ: Erkek çocuğun annesine karşı duyduğu bilinçsiz yakınlık nedeniyle babasını kıskanması ve bununla ilgili ruhsal bozukluklar kompleksine verilen isimdir.
ODONTOİD: Diş şeklinde.
OFTALMİK: Göze ait.
OFTALMOPLEJİ: Göze ait sinirlerin felci sonucu göz kapağının düşmesi ve gözün hareket edememesi ile birlikte oluşan tablo.
OFTALMOLOJİ: Göz ve göz hastalıkları ile uğraşan bilim dalı.
OFTALMOSKOP: Göz içi muayenesinde kullanılan bir alet.
OFTALMOSKOPİ: Oftalmoskop ile gözün içinin muayene edilmesi.
OFTALMOLOJİST: Göz hastalıkları uzmanı, göz mütehassısı.
OFTALMOTONOMETRİ: Göz içi basıncın ölçülmesi.
OKKULT: Gizli, kapalı.
OKLUDE: Kapalı, tıkalı.
OKSİPUT: Başın arka kısmı.
OKULOMOTORYUS: Gözü hareket ettiren sinirlerden birisidir.(3.kafa çifti Nervus Oculomotorius)
OKÜLER: Göze ait.
OLEKRANON: Dirsekteki çıkıntı.
OLFAKTORYUS: Koku siniri.(Nervus Olfactorius)
OLİGÜRİ: İdrarın normalden az çıkartılması
OLİGO: Geri,küçük.
OLİGODENDROGLİOMA: Sinir sistemi destek dokusuna ait, özellikle beyincikte görülen kötü huylu tümör.
OLİGOHİDRAMNİOS: Amnios sıvısının(Gebelik suyunun) olması gerekenden daha az (2 litreden az) olmasıdır.
OLİGOSPERMİ: Menide spermatozoidlerin normalden az oluşu.
OMENTUM: Karın içerisinde, barsakları örten oluşum.
ONANİZM: Genital organlar ile oynayarak kendi kendine tatmin.
ONKOLOJİ: Tümöral oluşumlarla ilgili bilim dalı.
OPAK: Donuk, şeffaf olmayan.
OPERABL: Ameliyat edilebilir, ameliyat edilmekle halen bir şansı olan. ( aksi; inoperabl )
OPERASYON: Cerrahi müdahale, ameliyat.
OPİAT: Afyonlu ilaç, uyuşturucu.
OPİSTOTONUS: Bazı hastalıklarda vücudun ekstansör (gerici ) kaslarının gerilmesi sonucu gövdenin yay biçimi alarak kasılmış hali. ( Örn. Tetanozda )
ORTOPNE: İstirahatte, yatar durumda dispne ( nefes darlığı ) hissedilmesi oturunca veya ayağa kalkınca kaybolmasına ortopne denir.
OSTEOGENESİS: Kemik oluşumu, kemiklerin gelişimi.
OSTEOGENESİS İMPERFEKTA: Kemiklerin kolayca kırılacak şekilde gevrek oluşu ile karekterize kalıtsal nitelik gösteren hastalık.
OSTEOJENİK: Kemik yapıcı.
OSTEOİD: Kemik gibi, kemiğimsi.
OSTEOLİZ: Kemiğin çürümesi, nekrozu, erimesi.
OSTEOMALASİ: Kemiklerin yumuşaması ile karekterize bir hastalık.
OSTEOMİYELİT: Kemik iltihabı.
OSTEOFİT: Kemiklerde patalojik olarak oluşan çıkıntı şeklindeki oluşumlar.
OSTEOPLASTİ: Kusurrlu kemiği düzeltme veya sağlam kemikle değiştirme ameliyatı.
OTOTRANSFÜZYON: Transfüzyon için hastanın kendi kanının kullanılması yöntemidir. Özellikle son yıllarda önem kazanmıştır. ( AIDS tehlikesine karşı ) Kanın güvenle 35 gün kadar saklanabilmesi bu uygulamaya temel olmuştur. Sağlıklı kişiden ameliyat öncesinde aralıklı olarak 2-4, hatta 5-6 ünite kan alınıp bankada saklanabilir. Bu işlem süresince hastaya ağızdan demir preparatları verilmelidir. Hastadan daha önceden alınan kan ameliyat esnasında güvenle kullanılır.
OVOBLAST: Yumurtanın geliştiği hücre, yumurta hücresi.
OVOSİT: Olgunlaşma devresinden önceki dişi cinsiyet hücresi.
OVÜLASYON: Kadınlarda yumurtalıklarda ovüm'ün (Yumurtanın) atılmasıdır. Ovülasyon genellikle adet dönemlerinin ortasına rastlayan 11-14. günler arasında olur.


Tıp Sözlüğü - N

Sponsorlu Bağlantılar:

NARKOANALİZ: Psikanalize yardımcı olmak amacıyla, bir narkotik ilacın kullanılmasıdır.
NARKOLEPSİ: Önüne geçilemiyecek kadar şiddetli uyuma eğilimi.
NARKOZ: Ameliyat yapmak için duyu, hareket ve bilincin damar yolu veya solunum yolu ile narkotik madde verilerek uyuşturulmasıdır.
NARKOTİK: Uyutucu, uyuşturucu.
NARSİZM: Kendi kendini sevmek anlamına gelir.Aslında gelişimin normal bir safhasını teşkil eder,ancak hayatın ileri devrelerinde varlığı anormal sayılır.
NATAL: Doğuşa ait.
NAZAL KEMİK: Burun kemiği.
NAZOFARİNKS: Burnun arka kısmı ile yutağın komşuluk yaptığı bölge.
NATRİUM: Sodyum.
NATUREL: Normal, tabii.
NAUSEA: Mide bulantısı.
NEBULİZER: Sıvıyı püskürterek uygulamaya yarayan alet.
NEKROTİZAN FASİİTİS: Cildin derin tabakaları ve subkutan dokuyu (fasya) tutan nadir bir infeksiyondur.
NEONATAL: Yeni doğana ait.
NEOPLAZİ: Patalojik anlamda yeni doku oluşumu.
NICU: Neonatal Intensive Care Unit. (Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi)
NÖROLOJİ: Asabiye, sinir hastalıkları.
NÖROŞİRÜRJİ: Beyin cerrahisi.
NODÜL: Yuvarlak, çapı 1 cm'den küçük patolojik oluşumlar.
NST: Non stress test (fmrt)


Tıp Sözlüğü - M

Sponsorlu Bağlantılar:

MAKRO: Büyük.

MAKROZOMİ (İRİ BEBEK): Normal sürede doğmuş bir bebeğin ortalama ağırlığı 2500-4000 gram arasında değişir. Eğer bir bebeğin doğum ağırlığı bu aralığın üzerinde ise iri bebekten söz edilir. Tanı konmak için doğum öncesinde ultrason ölçümlerinde alınan sonuçlar ve doğum ağırlığı baz alınır.
MAKROSEFALİ: Başın (beynin) normalden büyük olması.
MAGNET: Mıknatıs.
MALABSORBSİYON: Emilimin bozuk oluşu.
MALADİ: Hastalık.
MALASİ: Keyifsizlik, kırıklık.
MALARYA: Sıtma.
MALE: Erkek.
MALFORMASYON: Kusurlu oluş, sakatlık.
MALFONKSİYON: Her hangi bir organın yetersiz veya dengesiz görev yapması.
MALİN: Habis, kötü huylu.
MALLEOL: Ayak ekleminin her iki tarafındaki kemik çıkıntılarına verilen isim.
MALLEUS: Orta kulaktaki çekiç kemik.
MALNUTRİSYON: Sağlık için şart olan, vitamin, mineral, protein ve benzeri maddelerin yetersiz alınmasından doğan hastalıkları tanımlayan bir terimdir.
MALPRAKTİS: Tıpta yanlış, özensiz tedavi.
MASTEKTOMİ: Ameliyatla memenin alınması.
MAMİLLA: Meme başı.
MAMOGRAFİ: Meme filmi.
MANDİBULA: Alt çene kemiği.
MANİ: Aşırı neşe şeklinde beliren psişik hastalık.
MANİFEST: Aşikar, gizli olmayan.
MARFAN SENDROMU: Sebebi bilinmeyen herediter genetik bir hastalık.
MARİHUANA: Esrar.
MASTEKTOMİ: Memenin her hangi bir rahatsızlık nedeniyle alınmasıdır. Basit mastektomi sadece meme dokusunun çıkartılmasıdır. Radikal mastektomi ise, kanser vakalarında baş vurulan memeyle birlikte, memenin altındaki kasların ve koltuk altındaki lenf bezlerinin de çıkartılmasıdır.
MASTİTİS: Memenin iltihabıdır, emziren annelerde sütün birikmesi nedeniyle veya meme başındaki çatlak nedeniyle sık rastlanan bir durumdur.
MASTOİDEKTOMİ: Mastoid hücrelerin iltihaplanması nedeniyle mastoid kemiğin çıkartılması ameliyatıdır.
MASTOİDİT: Kulak arkasında bulunan mastoid kemikteki,mastoid hücrelerinin iltihabıdır. Genellikle orta kulak iltihaplarını takip eder.
MAZOHİST: İşkenceden zevk alan, işkence tarzı hareketlerden cinsel haz duyan.
MENENJİT: Beyin zarlarının (Meninkslerin) iltihabıdır.
MENOPOZ: Adetten kesilme.
MENSTRUAL: Menstruasyonla ile ilgili, adet görme ile ilgili.
MENSTRUAL SİKLUS: Adet görme dönemleri, iki adet arası.
MENTRUASYON: Adet görme, ay başı. (bayanlarda periodik kanama)
MENTAL RETERDATION: Zeka gelişiminde gerilik.
METASTATİK: Metastaz yapmış lezyona verilen isim. (Başka bir organdan atlamış tümöral oluşum)
METASTAZ: Herhangi bir organdaki kanser hücrelerinin, vücudun başka bir bölümüne atlamasıdır.
MİTOZ: Hücre bölünmesi.
MİTRAL KAPAK: Sol atriumu sol ventriküle bağlayan ve tek yönlü akımın oluşmasını sağlayan bir sistemdir.
MİYOM: Uterus adalesinin iyi huylu tümörüdür.
MM: Malign Melanom
MR: Manyetik Rezonans
MUKOLİTİK: Mukus'u eriten anlamındadır. Yani, akciğerlerde oluşan ve katılığı nedeniyle çıkarılmakta güçlükle karşılaşılan mukus'un (balgam) kıvamını azaltarak, atılmasını sağlayan ilaçlar.
MUKOZA: Bazı organların iç yüzlerini kaplayan ve salgı üreten doku tabakası.
MYELİN: Sağlıklı sinir liflerinin etrafını saran ve mesajların iletilmesini kolaylaştıran bir madde olup yapı olarak % 20 protein geri kalan kısmı da lipidten( kolesterol, lesitin ) teşekkül eder. Beyinin büyük bölümünün myelinizasyonu 2 yaşın sonuna kadar tamamlanır ancak santral sinir sisteminde myelin oluşumu 10 yaşına kadar sürer.
MYELİN BOZUKLUKLARI: Myelin ya doğuştan anormaldir ya da düzgün biçimde oluşmamıştır. Diğer bir şekil de myelin oluştuğu zaman normaldir ancak patalojik bir olay sonucunda parçalanır.



Tıp Sözlüğü - L

Sponsorlu Bağlantılar:

LABİL: Kararsız, çabuk değişen.
LAKTASYON: Annenin süt verme devresi.
LAKRİMA: Göz yaşı.
LAKÜN: Küçük boşluk, delik.
LAGOFTALMİ: Göz kapaklarındaki bozukluk nedeniyle gözlerin tam kapanmaması hali.
LAP: Lenfadenopati'nin kısaltılmış şeklidir. Lenfadenopati, lenf bezlerinde büyüme anlamına gelir.
LAPARATOMİ: Teşhis amaçlı veya ameliyat için karın boşluğunun açılması.
LAPAROSKOPİ: Ucunda kamera olan, laparoskop denilen aletle karın boşluğunun endoskopik incelenmesi.
LARVA: Tırtıl, kurtçuk.
LARENKS: Gırtlak.
LARENJİT: Larenks iltihabı.
LARENGOSKOP: Bogazın muayenesine yarayan aynalı ışıklı alet.
LARENGOSKOPİ: Gırtlağın içinin larengoskop ile muayenesi.
LENFOMA: Başlangıcını lenfoid dokudan almış ur.
LEZYON: Genel anlamda henüz tam olarak niteliği tespit edilmemiş bozukluk.
LİGAMENT: Vücudun muhtelif eklemlerinde, organlarında bulunan bağlara verilen isimdir.
LOMBER BÖLGE: Bel bölgesi.
LUMBAGO: Bel ağrısı.
LUMBO-SAKRAL BÖLGE: Kuyruk sokumu-bel bölgesi.
LUMBOSİYATALJİ: Belden bacağın arka kısmına siyatik sinir boyunca yayılan ağrı.


Tıp Sözlüğü - K

Sponsorlu Bağlantılar:

KAKOZMİ: Pis koku.
KALYUM: Potasyum.
KARDİAK (KARDİYAK): Kalbe ait.
KARDİAK MASAJ: Kalp masajı.
KARİNA: Trakeanın (nefes borusu), sağ ve sol akciğerlere girmeden önce ikiye ayrıldığı kısıma verilen ad.
KARPAL TUNEL SENDROMU: Üst ekstremitedeki ( kollar ) en yaygın tuzak nöropatisidir. Tuzak nöropatisi, omurilikten çıkan periferik sinirlerin ekstremitelere giderken yakınındaki anatomik yapılardaki oluşan basılar nedeniyle gelişen bir nevi periferik sinir yaralanmalarıdır. Median sinir ( N. Medianus ), bilek çizgisinin hemen altında "Karpal Tunel" içindeki seyrinde basıya uğrar.
Genellikle orta yaşlı insanlarda görülür. Kadınlarda rastlanma oranı erkeklere nazaran 4 katı fazladır. Vakaların yarısında tutulum her iki eldedir.
KAŞEKSİ: Genel sağlık durumunun bozukluğu ile ilgili ileri derecede zayıflama hali.
KATABOLİZMA: Maddelerin yüksek terkiplerinin, dokularda yakılarak daha basit terkipte maddeler meydana gelmesi.
KELOİD: Eski bir kesi veya ameliyat yerinde aşırı nedbe dokusu oluşmasıdır.
KERATİN: Tırnak ve boynuzun ana maddesi.
KERATİNİZASYON: Boynuzlaşma.
KERATİT: Kornea iltihabı.
KERATOMA: Nasır.
KERATOMETRE: Kornea kavislerini ölçmekte kullanılan alet.
KERATOPLASTİ: Matlaşmış korneanın yerine başkasından alınan korneanın konulması ameliyatı.
KERATOSKOP: Korneayı muayene aleti.
KERNİCTERUS: Yeni doğanın şiddetli ikterinde beynin bazı çekirdeklerinin bilüribinin etkisiyle toksik degenerasyonudur.Çocukta zeka geriliği ve spastisite görülebilir.
KETONEMİ: Kanda keton cisimciklerinin bulunması.
KETONÜRİ: Idrarla keton çıkarılması.
KIZAMIK: Salgın yapan virütik bir çocukluk çağı hastalığıdır.
KİFOZ: Omurganın açıklığı öne bakan kanburluğuna verilen ad.
KİST: Etrafı membranla (zar) çevrili içi sıvı dolu oluşumlar. Büyüklükleri muhtelif olup vücüdun her tarafında oluşabilir.
KİST HİDATİK: Bazı organlarda (daha çok karaciger, akciğer , beyin) ekinokok adı verilen parazitlerin neden olduğu içi berrak su görünümünde kistler.
KİST SEBASE: Yağ bezlerinin büyümesi sonucu deri altında oluşan kistler.
KLOSTROFOBİ: Kapalı yerlerden sebebsiz yere korkma reaksiyonudur.
KLEPTOMANİ: İhtiyacı olmaksızın patalojik çalma dürtüsüne verilen addır.
KNSHA: Kalıtsal non sferositik hemolitik anemi.
KOCH BASİLİ: Tüberküloz basiline, bulanın adına izafeten verilen ad.
KOLESTEROL: Hayvansal ve bitkisel yağların içerisinde bulunan, karaciğer tarafından sentez edilen bir maddedir. Kanda normalden fazla bulunması halinde, damar sertliğine neden olur, ve bazanda safra pigmentleri ile birleşerek safra taşlarının oluşumunda rol oynar.
KORPUS: Gövde.
KTA: Kalp Tepe Atımı.
KÜRTAJ: Küretajın kelime anlamı kazımaktır. Ama burada adı geçen Kürtaj halk arasında, küçük hamileliklerde rahim içerisindeki ceninin tıbbi müdahele ile alınması kastedilmektedir. Kürtaj ayrıca teşhis amaçlı da yapılabilir. Yani rahim iç duvarından kazınarak örnek alınıp incelenmeside kürtaj olarak adlandırılır.

Tıp Sözlüğü - J

Sponsorlu Bağlantılar:

JARGON: Kelimeleri yerinde kullanamama ile karekterize anlamsız ve anlaşılmaz konuşma.
JEJUNUM: Oniki parmak barsağından sonra gelen ince barsak bölümü.
JEJUNİT: Jejunum iltihabı.
JİGANTİZM: Ergenlik çağından önce oluşan hipofiz bezi tümörlerinde büyüme olayının kontrolden çıkması sonucu oluşan dev görünüm.
JİNEKOLOJİ: Kadın hastalıkları ile ilgili tıp dalı.
JİNEKOMASTİ: Erkeklerde memenin anormal ölçüde büyümesi.
JİNJİVİT: Diştleri iltihabı.
JOİNT: Eklem.
JUVENİL: Gençliğe ait.